Kelimeler, söylendiğinde kulağın duyabildiği seslerden; yazıldığında sadece gözün seçebildiği
harflerden oluşan bir gösteren. Kullanımsal düzeyde gösterileni ile bütünleşmediğinde anlamsız bir
ses yığını!.. Gösterilen ise hayat, tecrübe, ilişki, yaşantı, ortaklık ve daha pek çok kelime ile anlatılabilecek birikim, demek. Biriktirdiklerimizin toplamı; bizi toplayan bir ses dizgesidir, artık. Bir kelime,
hayatımızda, sözlükteki sırasından çıkıp zihnimizdeki kelimeler rafına yerleştirdiyse kendini, işte o
zaman, kendi gösterileninin ötesinde, bizi gösteren, bizi toplayan, bizi anlatan, bizden birileri olmuş;
zihin dünyasında bize tebessüm eden bir canlıdır; bir dosttur, bir ilaçtır. Böyle bir kelime zihninizde
yürüyüşe çıktığında o an, bir cennet anıdır. Bunun -Allah göstermesin- tersi de olabilir. Kindar bakışlarıyla size diş bileyen, karşılaştığınızda ruhunuzu sıkıştıran, dişinizi birbirine ezercesine vurduran,
gözünüzü korkutan, görmek/duymak istemediğiniz bir 'düşman'dır; zihninizde yürüyüşe geçtiği an, o
kelime, işte bir cehennem anıdır, yaşanan!..
'Dostluk', yedi ses, yedi harften oluşan bir gösteren. Neyi gösterdiği belli olmayan bir ses yığını
yahut kargacık burgacık bir çizgiler demeti. Ruhsuz bir ceset, yani. Bir kelimenin neyi gösterdiğini
bilmiyorsa biri, bu kelime ona göre sadece bir yansıma, evrenden gelen neyi işaret ettiği anlaşılmayan
bir ses; bir maddedir!.. Tıpkı, 'insan' kelimesi gibi. İnsan, gösterilenleri uyuşan diğerleriyle ülfet kesb
eder; kanı kaynar; aynı öze sahip olanlarla kan kardeşi değil; belki ama, candan dost olur, onunla. Can
dostu olur, ona. Gönül dostu, gönle dost insanlara ne çok ihtiyaç var, bu fani dünyada!..
Şöyle, geçmişe bir yolculuk yapıp "Dost, candan dost, her daim ve ebeden dost, gönül dostu!"
diyebileceğiniz kaç isim söyleyebilirsiniz? Belki, pek çok isim yad edilebilir; ama, onları derecelendirdiğinizde "En ..." diyebildiğiniz kaç isim öne çıkar? Derecesi ne olursa olsun, dost sıfatı ile nitelenen isimlerin toplamının yüzdesi, aynı sosyal gruplarda tanıştığınız ve zamanla unuttuğunuz isimler
içinde kaçtır! Hayatınızın bir anında sosyal grup oluşturduğunuz ve ortak anılar edindiğiniz binlerce
insanın içinde dost kelimesi ile nitelendirebileceğiniz kaç kişi vardır!
İşte, Mehmet Hocam, aramızda tam on yaş olmasına rağmen 1990 yılında başladığım akademik
zaman diliminin dost halkası içinde en öne çıkan kişilerinden biri oldu, benim için. Abi yahut hocadan
ziyade bir dost olarak gördüm hep, kendisini; çünkü, mütevazi, candan ve samimi davranışları hep öyle
hissettirdi, bana. Müteşekkirim. Hayatı anlamlandıran, hayatı güzelleştiren bir Adem, bir Abdülkadir, bir
Metin, bir Necmettin, Mehmet olarak tekrarlandı. Başka isimlerle tekrarlanması; tekrarlanacak isimlerin
hiç bitmemesi en büyük arzumdur. Kendim için ve dünyayı güzelleştiren her güzel insan için...
1989 yılının sonbaharında öğretmen olarak Konya'nın Akşehir ilçesi, Reis kasabasından mezunu
olduğum Sivas'a Sivas İmam Hatip Lisesi'ne tayinim yapılmıştı. Üniversiteyi merak ettim. Gidip
gezmek, yerinde görmek; sadece "Nasıl bir yerdir?", "Hangi fakülteler vardır?" gibi tecessüslerimi giderebilmek arzusuyla üniversiteye gitmek istedim. Üniversiteye giden belediye otobüsleri Yeni Cami
Meydanı'nda Yeni Caminin hemen önünden kalkmaktaydı. Durakta zayıf, ince, uzun biri duruyordu.
Gözlükleri dikkat çekecek irilikteydi. Otobüslerin gidiş yerinden emin olmak amacıyla üniversite otobüslerinin o duraktan kalkıp kalkmadığını sordum. Kısa bir tanışma ve konuşmadan sonra Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümünde araştırma görevlisi olduğunu öğrendim. Kendisi, bunu hiçbir zaman hatırlamasa da hafızamın bir köşesinde hep yerini muhafaza etmiştir.
Mezunu olduğum lisede artık edebiyat öğretmeniydim; lakin, öğrenciliğimde gıbta ile baktığım,
hep onlar gibi olmayı arzuladığım hocalarım, artık amirlerimdi; ancak, idareci ve öğretmen olarak onlarla yıldızlarımız bu kez -nedense- uyuşmamıştı. Nöbetlerim, pazartesi sabah ve cuma öğleden sonra
marş törenlerine denk gelecek şekilde ayarlanmış ve bana yarım günümün bile boş olmadığı delik deşik bir ders programı hazırlanmıştı. Küçük hatalarım bile affedilmiyor; hemen soruşturma açılıyordu.
Bir gün yine acısı hâlâ dimağlarda kalbimi ağrıtan olaylardan biri yaşandıktan sonra öğretmenler odasında bir kağıt kalem alıp masaya oturduğumu gören beni seven öğretmen arkadaşlarım istifa edeceğim düşüncesi ile beni vazgeçirmeye çabalayarak elimden kağıt ve kalemi almışlardı. Onlara istifa
etmeyeceğimi, sadece ücretli yürüttüğüm ek dersleri bırakacağımı söylediğimde beni serbest bırakmışlardı. Bu havada teneffüs ettiğim kendi lisemdeki öğretmenlik günlerimin birinde edebiyat öğretmenleri zümre toplantısı yapıyorduk. Toplantıda, üniversitede yüksek lisans eğitim yapan bir meslektaşımdan araştırma görevliliği sınavı olduğunu öğrenince kurtuluş çabası -belki, çırpınması- niyetiyle
sınava girmeye karar verdim.
Nasipmiş; sınavı kazandım. Artık, o durakta karşılaştığım Mehmet Hocamla koridorda odalarımız yan yanaydı. Tanış ve biliş peyderpey yükseldikçe dostluğun düzeyi de arttıkça arttı. Biz artık,
sırdaşlık derecesinde dost olduk. Büyük -en büyük- şanstı bu, benim için.
Dünya hâlidir, hep sıkıntısız geçmez. En sıkıntılı anlarda kardeş gibi -abartı olmayacak; belki,
kardeşten öte- yanımda olmuştur. Bir kaza sonrasında kilometrelerce yolu hiç dikkate almadan imdada koşmuştur. Bir yardım elini en çok hissettiğim anlarda Mehmet Hocamı yanımda bulmuşumdur.
Paraya ihtiyaç duyduğumda hep kefilim olmuş; olmadı, benim için kredi çekmiştir. Dostluğun yaslandığı kelimelerden biri de fedakârlıktır. Ben bir dost olarak gördüğüm hocamdan yakınlarımın yapamayacağı fedakârlıkları gördüm. Dostluğun nasıl yapılacağını gördüm. İnşallah, öğrenebilmişimdir.
Akademiye girebilmek kadar, alanını layıkıyla -ve belki, fazlasıyla- temsil eden bir hoca ile dost
olmak, üstelik onun çalıştığı odanın yanındaki odada mesaiyi gerçekleştirmek, benim için ayrıca büyük bir şanstı. İlk yıllarımda, yüksek lisansa bile başlamamış, akademisyenliğin a'sından bile haberi
olmayan biri idim ve akademiye tamamen yabancı biri olarak ne yapılması gerektiğini tam olarak bilemiyordum. Hâl böyle iken birden bir yol göstericiye, bir rehbere, müşkil meseleleri çözerek meslek
hayatını kolaylaştıran bir âlime komşu olmak, büyük bir lütuftu. Destekleri elbette unutulmaz.
Mehmet Hoca, üniversite lojmanlarında kalıyordu. Bense şehirde kirada idim. Daha sonra 1999
yılında ben de lojmana çıktım. O yıldan itibaren yaz kış demeden kışları -20'lerde bile lojmandan üniversite hastanesine kadar akşam saat 10.30 ile 11.30 arası spor amaçlı yürüyüşlerimiz başlamıştı.
Edebiyat, kültür ve siyaset sohbetleriyle zenginleştirilmiş bu yürüyüşlerimiz bugüne kadar da kesintisiz devam etmiştir. Bu yürüyüşlerimiz pek çok kişinin dikkatini çekmiş; zaman zaman yürüyüşlerimize gıpta ile baktıklarını ve katılabilmeyi çok arzu ettiklerini de dile getirenler olmuştur.
Mehmet Hoca'nın sadece klasik Türk edebiyatı alanında derinliği yoktur. Kendi akademik alanının
meslektaşları tarafından pek bilinmeyen kıyıda köşede kalmış muamma, lügaz gibi konular yanında hiç
literatüre girmemiş edebiyat türleri hakkında da derin bir bilgi birikimine sahiptir. Pek çok kez bu yürüyüş sohbetlerinde buna şahit olmuşumdur. Etrafındaki insanlardan da bu duruma şahitlik edecekler de
elbette çıkar. O, aynı zamanda, yeni Türk edebiyatı ile Doğu ve Batı edebiyatları alanında da en az kendi
meslek alanı kadar bilgi ve donanıma sahip bir hocadır. Sohbetler esnasında söz sinema ve müziğe gelmişse müzik ve sinema hakkında aktardığı bilgiler, hocanın asıl uzmanlık alanının klasik Türk edebiyatı
olup olmadığı hususunda insanı şüpheye düşürecek boyuttadır. Kelimenin tam anlamıyla bir 'münevver'dir. Sadece münevver değil; münevver olmanın ötesinde paylaşımcı ve paylaşmaktan büyük bir mutluluk duyan bir 'münevver'dir. Benim herhangi bir çalışmamla ilgili yeni ve kesinlikle işime yarayacak
bir bilgi edinmişse yürüyüş ve sohbet anını beklemeden hemen telefona sarılır ve unutma afetine karşı
tedbirini alıp hemen o bilgiyi bana aktarırdı. Benim dışımda başta, lisansüstü öğrencileri ve asistanları
olmak üzere pek çok kişiye de böyle davrandığına şahitlik etmişimdir. Kendini çoğaltma gayreti, münevver olmanın olmazsa olmaz türünden bir anlam ayırıcısı olmalı! Öğrendim. Böyle münevver insanların varlığı ve etrafımızda oluşu için Allah'a bol bol şükretmek gerek. Hamd olsun.
Yüksek lisansımı bitirmiş; Fırat Üniversitesinde doktoraya başlamıştım. Ders döneminde boş
zamanlarda tezimi de yapma düşüncesindeydim. Ayasofya Müzesinden istediğim Edvieye-i Müfrede'nin fotoğrafları bir türlü gelmemişti. Vakit geçiyordu ve ben çok rahatsızdım. İçine düştüğüm sıkıntıyı çok yakından bilen ve pek çok sayıda yazmanın kopyasını elinde bulunduran Mehmet Hocam,
hemen imdadıma yetişti. Kütüphanesindeki yazma eserlerin kopyaları arasından Gül ü Nevruz mesnevisini doktora tezi yapmam için bana verdi. 7400 beyitlik bu mesnevinin okunması, doktora dersleri
ile birlikte bitmişti. Sonrasında, dil değerlendirmesi ve tezin diğer eksikliklerinin giderilmesi, fazla
vaktimi zaten almadı ve ağır bir tezi erken bir vakitte bu yardım vesilesiyle tamamlayabildim.
Doçentlik başvurusu için hazırlamam gereken kitap hususunda da Mehmet Hocamın kütüphane
gibi olan yazma fotokopileri yine imdadıma yetişti. Mehmet Hocam, içinde İlmi'n-Nüşşâb, Riyâzeti'lHayl ve İlmü'l-Müsabaka kitaplarını içeren Hulasa isimli mecmuayı verdi. Ben de Kıpçak-Oğuz karışımı iki kitabı hazırlayarak Prof. Dr. Cemal Ağırman'ın çevirisini yaptığı üçüncü kitapla birlikte yine
Hulasa adıyla yayınladım. Bir dilcinin üzerinde çalışma yapabileceği bir esere daha ihtiyaç duysaydım
-hiç şüphe yok ki- Mehmet Hocamın bana verebileceği elinde pek çok eser mevcut idi ve hiçbir tereddüt yaşamadan verir ve bundan da büyük bir mutluluk duyardı. Sağ olsun, var olsun. Güzellikleri çoğaltmaya olan katkıları daim olsun.
1990 yılından beri tanışma ve birlikte çalışma fırsatı bulduğum Mehmet Hocamda disiplinli çalışmanın nasıl yapılacağını gördüm ve öğrendim; ama, -maalesef- uygulayabilme becerim yoktu; uygulayamadım. Kendisinin doçentliği hakkında "Biraz daha beklesin; henüz çok genç!" şeklinde olumsuz görüş bildiren bölüm başkanımız, öğrencilerimizin şiddeti ile karşı karşıya kaldığında hiç tereddüt
etmeden ve hocanın kendisi hakkındaki olumsuz görüşünün etkisinde kalmadan hocamızın hakkını
korumak için şahitlik ederek; adaletin gerçekleşmesi için doğruları hiç tereddüt etmeden dile getirmiştir. Doğruluktan ve adaletten yana tavır takındığına dair daha pek çok örnek aktarılabilir, burada; ancak, hepsi, malumu ilam olur. 2020'li yıllara geldiğimizde akademisyenlerde adalet ve doğruluğun
önemi ve her birimde bir hocanın önderliği daha bir önem kazanmıştır. Rabbim sayılarını çoğaltsın.
Mehmet Hocamla pek çok kültürel, akademik ve turistik seyahatlerimiz oldu. Şüphesiz, hocam
beni yemeklerden kıl ve sinek bulmayı araştırırken hatırlıyor olmalı! Ben ise hocamı aynı otel odasında yatarken tesadüfen gece uyanmışsam elinde bir havlu veya bulduğu herhangi bir şeyle sivrisinek
öldürmeye çalışırken görürdüm. Bu sayede, sivrisineklerin benim kanımı beğenmediklerini ve kanımı
emmek için bana hiç saldırmadıklarını öğrendim. Bundan -nedense- kendim için çok mutlu oldum;
çünkü, sivrisinekler âlim kanını arzu ediyor ve o yüzden hocaya mussallat oluyarlarsa hiçbir zaman
âlim olmamayı isterdim!..
Mehmet Hocam, bu seyahatlerde her türlü planlamayı yapar; bana hiçbir iş bırakmazdı. Her şeyi
en ince ayrıntılarına varıncaya kadar planlardı. Yaptıklarından ben hiç pişmanlık duymadım. Yanımızda başkaları olduğunda -eminim- onlar da pişmanlık duymamışlardır. Mehmet Hocam, bu yönüyle
bende komutanlığı da hocalığı gibi mükemmel yapabileceği izlenimini uyandırmıştır.
Komutanlık sözü kullanılmış olunca çağrışımın gücüyle zihne ilk düşen kelime -elbette- 'disiplin'dir. Her öğrenci onun disiplinine yakından şahittir. Edebiyat dersi verdiği öğrencilerine hiç aksatmadan kesintisiz edep dersleri vermeyi de kendisine önemli bir görev addetmiştir. Bilhassa, uzun süre (16
yıl) Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı yaptığı dönemlerde öğrencileri, "İyi öğreniciler olsunlar,
hocalarını iyi temsil etsinler!" düşüncesiyle sınıfta ve sınıf dışında hep disiplinli davranmıştır. Öğrencileri bu söylediklerimin masum şahitleri olacaklardır. Bölüm hocaları derse girdiklerinde edep dairesinde
hocalarını bekleyen ve onlardan alacakları bilgileri gözleri parlayarak alma arzusu içindeki öğrencileri
bulmuşlarsa bunda en önemli pay, -şüphesiz- Mehmet Hoca'nındır. Farz-ı ayn babından işleri en mükemmel bir şekilde yapıyorken farz-ı kifaye cinsinden işlerde de yaklaşım değişmemiştir. İşlerini en
mükemmel şekilde gerçekleştirebilen insanların varlığı bu ülkede -inşallah- hiç eksik olmaz.
Nasıl ki, bir tohum toprağa düştüğünde bin tohum olabiliyorsa dostluk, hocalık, insanlık, fedakâlık tohumları da Mehmet Hocayla ve onun dokunduğu binlerce insan yoluyla Sivas'ta çoğalmıştır.
Emeklilik yaşı, bunun artık Amasya topraklarından gerçekleştirileceğini gösteriyor. Mehmet Hocam,
Amasyalıdır. Dolayısıyla, Amasya ile olan toprak bağı gönül bağı olarak perçinlenecektir. Nerede olduğunun, nerede güzellikleri çoğalttığının -elbete- önemi yoktur; çünkü, vatan illerden, ilçelerden ve köylerden oluşur; ancak, illerle, ilçelerle ve köylerle hiçbir şekilde sınırlandırılamaz. Vatan bölünmez
bir bütündür ve her köşesindeki güzelliğin bahçenin bütüncül güzelliğine sayıldığı bir bahçe gibidir.
Bir tohum, bir noktada yeşerdiği ve meyveye durduğu anda artıları bahçe adına yazılır. Vatanın 'insan'
kelimesinin gösteren ve gösterilenli iki boyutuyla tüm güzelliklerini üzerinde somutlaştırmış insanlara
kuvvetle ihtiyacı vardır. Bu özellikleri haiz insanların vatanın her köşesinde kendilerini acilen coğaltmaları, çağın hastalıklarını önleyebilmek açısından daha bir elzem hâle gelmiştir. Sayıları, bu ülkede
nefes alıp veren bütün insanları kapsayacak şekilde çoğalsın, inşallah.
Süreyya Berfe'nin "...Valiye vardım ödlek / Başkana vardım gülüyor / Belki çıkar diye evrak /
Bir dost bulamadım / Gün akşam oldu" feryadı, kişiden ziyade vasıf yoksunluğundan kaynaklanmaktadır, kanımca. Böyle bir feryat, fedakâr dostları olanlar için bir edebiyat ürünüdür, sadece. Ben de bu
şiire bir edebiyat metni gibi bakanlardanım; çünkü, şanslı doğmuştum ve hayatımın değişken her evresinde fedakâr dostluklar ile zenginleştirildim. Şanslıydım; çünkü, gün akşam olmadan gösterilenleri
gösterenlerinden daha kuvvetli kelimelerle ifade edebileceğim bir dost, bir insan, bir hoca, bir ağabey,
bir kardeşi akademik evrede de bulmuştum.
Nefes alıp verdiğimiz mekanlar değişiyor; ama, kalp ve zihin -hiç şüphe yok ki- mekândan azade
işlemektedir. Hatıralar, -hatıraların kalp ve zihinlerde biriktirdiği enerji- asla bitimli değildir. Kalbim
ve zihnim hep bitimsiz bu enerjiyle çalışacak ve gelecekte de gerçekleşebildiğini tecrübeyle bildiğim
dostluklara yelken açacaktır. Hayatın gönül dostlarıyla, güzel dostluklarla daha bir anlamlı olacağına
dair kanıt elde edilmiştir, bir kere. İşte, hep o umut, hayatı daha da kolaylayacak; daha bir yaşanabilir
kılacaktır. Yaşanabilir bir hayatı sağlık, mutluluk ve huzur içinde yaşaması; yaşadığı her ortamda yaşatabilmesi duasıyla bana söz goncası duygularımı harf güllerine dönüştürme imkânı verenlere teşekkür ederek güzel insanın temiz kalbini selamlıyorum.
Prof. Dr. Mehmet Arslan'a Armağan Kitabı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder